OSMANLI`NIN YAVUZLARI
"Yavuz" sözcüğü; İyi, güzel, iyi huylu, yiğit, mert, eliaçık, becerikli, çalışkan, sert, keskin, yabanıl gibi anlamlar içermektedir. [1]
Özünde "Yavuz" yalnızca bir tanelerinin unvanıydı. Ancak kimisi torunu olan, kimisi dedesi olan Yavuz’dan çok değişik değillerdi. Osmanlı hakanlarının kimi yaptıkları fetih ve benzeri şeylerle çoğumuzun sevdiği kişiler. Ancak aynı kişiler kendi zamanlarında halklarının, askerlerinin ya da devlet adamlarının pek de tutkunu olmadığı kişiler olabiliyorlardı.
Bunlardan ilki I. Bayezid’di. Savaşçı kişiliğinden dolayı ona “Yıldırım” denmişti. Ancak onun bu özelliği kendisinin ve çocuklarının yaşamına, devletine ve saltanatına mâl oldu.
Sultan Bayezid komutanlarına karşı sürekli sinirlenen, düşmanlarına korku salan biriydi. Anadolu’daki çoğu beyliği savaşlarla kısa bir zamanda Osmanlı çatısı altında birleştirmişti. Ancak bu savaşlar nedeniyle topraklarını yitiren beyler Timur’a sığındılar o da fırsattan istifade ederek Osmanlı Devletini beyler ve şehzadeler arasında paylaştırdı. Devlet görünüşte 1413’e kadar ancak özünde 1453’e kadar bir fetret devrine girdi.
Torunu Fatih Sultan Mehmet ise dedesinin ve devletinin başına gelen bu olaylar sonucunda bir ders çıkarmıştı. Her savaş silahla kazanılmıyordu. Fatih bu dersi iyi öğrenmişti. Bu sayede Ortodoks ve Katolik Hıristiyanlar arasında bir birlik olmasını engelledi. Ortodokslara çok iyi davrandı. Onları kendi korumasına aldı.
Ancak askerlerine karşı acımasız olmasa da pek de yufka yürekli değildi. Onun fatihliğinden dolayı durmadan savaşıyorlardı. Üstüne üstelik Fatih devletin kazanç elde etmesi için akçelerin ayarını düşürüyor ancak kapıkulu askerlerinin verildiği bu düşük ayarlı akçeleri esnaf kabul etmiyordu. Bu nedenle II. Bayezid tahta geçince babası gibi değil dedesi II. Murat gibi olması önerildi.[3]
Fatih’in torunu ise asıl “yavuz”du. Her şeyiyle bir “yavuz”du. Sinirliydi, hırçındı ve düşmanlarına korku salan bir yiğitti. Sekiz tane vezirini idam ettirmişti. Hatta o zamanlarda devlet adamları arasında şu beddua çok söylenir olmuştu: “Selim Han’a vezir olasın.” Onun gazabından yalnızca döneminin en iyi devlet adamı olan Pîri Mehmet Paşa kurtulabilmişti.[4]
Aradan yaklaşık 100 yıl geçti ve torunlarından Murat tahta oturdu. Onun yavuzluğu ise yiğitliğindeydi. Bu yavuz hakan halkının umudu, atalarının ise gururuydu. Küçüklüğünde sevdiği devlet adamlarının öldürülmesinden duyduğu öfke onu öç almak için kendisini geliştirmeye itti ve kendisini öyle bir geliştirdi ki yaklaşık 250 kiloluk gürzü kolayca kaldırabiliyor; okları, ciritleri yüzlerce metre uzağa atabiliyordu. Küçükken çektiği acılara neden olan bozguncu askerleri bir bir belirledi ve idam ettirdi.[5]
Onun oğlu olmadı ancak kardeşi İbrahim’in soyundan öyle biri geldi ki bir anda bütün Avrupa "hasta adam" iyileşiyor sandı. Özünde adı II. Abdülhamit’ti ancak ona Avrupalılar ve İttihatçılar; “Kızıl Sultan”, sevenleri ise “Ulu Hakan” dediler. 1897’de Atina’ya kadar ilerledi. Yunanistan’a gözdağı verdi. O tahtan indiğinde bile halkı onun tahta yeniden geçebileceğini umuyordu. Öyle ki Ömer Seyfettin, I. Balkan Savaşı sırasında tuttuğu günlüğünde şöyle yazmıştı: “Abdülhamit’in İstanbul’a gittiğini duyduk. Padişah yüz yirmi bin kişi ile Edirne’ye hareket etmiş.” Ancak söylenenlerin çoğu gibi bununda yalan olduğunu anlamıştı: “Buna da kimse inanmıyor. Artık Rumeli gitti muhakkak…”[6]
Kiminin yaşamı savaşlarla geçti kimininki isyanlarla kiminin ki çırpınışlarla. Hepsinde bir yiğitlik, bir bahadırlık, bir arslanlık, bir “yavuzluk” vardı.
|